13 Ocak 2011

anksiyete more anksiyete

...
Viski, yorgunluğu alır derler. Kasdettikleri günün yorgunluğudur. İstediğin kadar iç, hayatın yorgunluğu baki kalır...
Bir şişe viski biter, kalkarım. Ali'nin yüzünde "gelişin bana acı verdi" cümlesiyle bırakırım. Benim yüzümde ise, "vicdan sahiplerinin mağdur ettikleriyle imtihanı çok zorludur" cümlesi. Asansör gelir. Ali zoraki gülümser.
"Gene gel ara sıra." der.
Genel gel ara sıra mı?Donup kalırım. Szöcükler dökülür ağzımdan, parça parça olur.
"Beni şimdi yıktın Ali. Beni şimdi gerçekten terk ettin!."
Sarsılır Ali'nin yüzü darmadağın olur. Söylenebilecek en yanlış şeyi söylediğini anlar. O güzelim siyah gözlerinde acı, yıldırım gibi düşer, tepeden tırnağa, yanar bana bunu yapma der gibi bakar. Bana bunu yapma'. Zayıf, boşlukta yüzen bir adam olduğumu yüzüme vurma!
"Anla beni... çok yorgunum..." der.
Anlıyorum der gibi bakarım, mahzun mağdur, mağrur.
Birden gözlerinden yaş parlar. Beni tutar kolumdan. Sımsıkı sarılır. Ali'nin gözyaşlarıyla içim yıkanır.
"Mutlaka gel, gene gel, n'olur gel..." der.
Giderim...

www.ayfertunc.com

12 Ocak 2011

YEŞİL PERİ GECESİ

...
Ruhla bedenin birbirinden ayrılması için ille ölmek gerekmez. İnsan yaşarken de ruhuyla bedeni birbirinden ayrılabilir. Ama asıl sorulması gereken soru, ruhla bedenin ölmeden birbirinden ayrılmasının mümkün olup olmadığı değil, bu ikisinin nasıl olup da tekrar birleşebildiğidir.
Nasıl olduğunu bilmiyorum, ama oluyor.
Bir şeyler oluyor. Ruhla beden birbirinden ayrılıyor. İnsan ölü gibi oluyor, ama ölü değil.
Varlık bir süre ruhta yaşamaya devam ediyor ve o an için kendine ait olmayan bedenin faaliyetlerini, sanki ölmüş gibi izleyebiliyor.
Ruhla bedenin birbirinden ayrı olduğu sırada duygular kayboluyor. Acı çekilmiyor, utanç duyulmuyor, zevk alınmıyor. Basit bir şaşkınlık ya da eylemin sonuna ilişkin bir merak bile doğmuyor.
Varlık tarifsiz, ışıklı bir boşluk haline gelen ruhta bütün özüyle yuvalanıyor ve ruh, tek başlarına iken varlıklarına tahammül edilmesi imkansız olan, hepsi birbirinden iğrenç:et, kemik, kan, sinir, yağ, doku, diş,kas, bez, kıkırdak, deri, saç, kıl, tüy, zar, tükürük, asit, salgı, safra, kusmuk, sümük, sidik, bok ve daha bir yığın iğrenç unsurun oluşturduğu, deri denen madde tarafından mükemmelen kaplanmış, kalbin attığı, kanın aktığı,kasların çalıştığı, salgıların salgılandığı, nöronların iletiştiği, kısacası tıkır tıkır işleyen ve bir araya gelince iğrenç olmaktan çıkıp güzelleşen, kimi zaman çok fazla güzelleşen ve adına beden denen bu bütünü izliyor.
Ruh sessizce ve yorumsuzca bedeni izlerken, beden iç ve dış faaliyetine devam ediyor.
Ruhla bedenin birbirinden ayrı olduğu sırada, beden tümüyle itaatkar, hiçbir şeye itiraz etmiyor, hatta en ufak bir iradi eylemde bile bulunamıyor. Bu sırada ruh çok soğukkanlı ve akıllı, hafızası var. Bedenin de bir hafızası var, ama olduğu daha sonra anlaşılıyor.
Ruhla bedenin ayrı olduğu sırada yaşanan her neyse, bitiyor ve uyku başlıyor. Bir süre için ruhuyla bedeni birbirinden ayrılan insan uyumaya başlıyor. Saatlerce uyuyor, günlerce, bıraksalar yıllarca uyuyacak.
O derin uyku sırasında ne oluyorsa, ruhla beden tekrar birleşiyor.
Varlık bir bütün olarak uyanıyor.
İşte, bu geçici ayrılığın çok acı veren sonuçları uyanınca yaşanmaya başlıyor.
Kan ağırlaşıyor, koyulaşıyor. Kalbin atışları düzensizleşiyor. Akciğerler büzüşüyor. Kemikler çıtırdıyor. Sinirler titriyor. Etler sızlıyor. Safra hareketleniyor. Beden külçeleşiyor. Bacaklar yürüyebilmek için birbirine sürüklüyor. Kollar yukarı kalkmıyor. Boyun başı taşıyamaz oluyor. Omuzlar düşüyor, göğüs kafesi sızlıyor. Her hareket büyük bir acıya yol açıyor.

Bu esnada ruh hafızasını konuşturmaya başlıyor. O konuştukça beden olup biteni anlıyor. Beden hatırladıkça ruh acıyor. Ruh acıdıkça damarlardaki kan çırpınıyor. Kan çırpındıkça mide yükseliyor. Mide yükseldikçe safra fışkırıyor. Safra fışkırdıkça mide ve boğaz ve ağız yanıyor. Mide ve boğaz ve ağız yandıkça gözyaşları sel oluyor. Gözyaşları sel oldukça insan çırpınıyor çırpınıyor çırpınıyor.
Sonunda unutma geliyor. Erteleme daha doğrusu. Hatırlamayı erteleme.
Ruh ve beden işbirliği yapıyor. Olup biteni derinlerde bir yerlerde saklıyorlar.
Ama bu tecrübenin izi incecik, buruşuk bir halde dokunsan acıyacak bir halde yüzeyde bir yerde duruyor. Olup biten hatırlanmasa bile, dinmeyen bir sızı kendini daima hatırlatıyor.
Bu sırada ruh da beden de ölmüş olmayı diliyorlar.
Ama çok sürmüyor bu. Her ikisi de yaşamak istiyor ve yaşamaya devam edebilmek için ölmüş olmayı dilediklerini unutuyorlar. Zaten artık birbirlerinden ayrı değiller, birlikte hareket ediyorlar.

Ayfer Tunç... 


Görsel: http://my.opera.com/uzay/archive/monthly/?day=20090926